Sevgi - Sevgili - Sevgiden
- Follow Your Beat
- 18 Mar 2024
- 4 dakikada okunur

‘Sevgiyi bir diğerinden öğrenmeye koşullanıyoruz; annelerimizden, babalarımızdan, sevgililerimizden ve çocuklarımızdan. Böylece, sevilebilir olduğumuzu hissetmek adına, sevgiyi başkalarından aramaya ve bilmeye koşullanıyoruz. Öz olmayan bir hayat yaşayan biri kendini sevmez. Kendi içinde bunu tecrübe edemedikçe de sevgi zihninde bir maddeye dönüşür.
Aramaya, uğruna acı çekmeye, özlemini hissetmeye değen bir şey gibi. Ölçülebilir bir kavrama dönüşür sevgi. ‘O beni seviyor. Ben onu seviyorum. Ben onu yeterince sevmiyorum. O beni yeterince sevmiyor. Beni daha çok sevseydi keşke’ ve saire, ve saire. Bunların hiç biri gerçek sevgi ile alakalı değildir. Daha çok, yalnızlıktan korkmakla alakalı demeçlerdir. Yetersizlik ve güvensizlik kaygılarıyla hareket edilen bir yalnızlık boşluğundan çıkan, hesap kitaba dayalı sözlerdir.
Doğru hareket ettikçe (Strateji ve Otoriteni uyguladıkça), sevgiyi bulabileceğin yer, sevginin senin içinde bulunduğu yerler olacaktır. Biz bir bütünüz. Dolayısıyla her birimizde bu bütünün farklı suretleri mevcuttur.
Derin ve boş hasretle dolu insanlar var, çünkü onların ‘sevgi kapıları’ tanımsız/açık merkezlerde ve bu nedenle sevgiyi hep bir diğeri üzerinden deneyimlemeye koşullanıp, onlarda kendilerini kaybedip ve en nihai o sevgi ellerinden alındığında, bu durumun yarattığı o derin acıda bulurlar kendilerini.
Ama ancak sevginin iç yüzünü görmeye ve tecrübe etmeye başladığın an, bir diğeriyle gerçek anlamda sevgide olabilirsin. Üzerine çalışabileceğin, değiştirebileceğin, daha iyi hale getirebileceğin bir olasılıkla olmak değil de biriyle gerçek anlamda OLABİLMEYİ tecrübe edersin. Human Design’daki diğer her şey de olduğu gibi. Sistem, bizlere eziyet eden tüm genelleştirmelerden bizleri uzaklaştırır. Tektipleştiren bu düzenin, sevginin adeta bir Hollywood hikayesi olması gerektiği algısını zihinlerimizde oluşturması gibi.
Her birimiz sevgiyi deneyimleme kapasitemizde eşsisiz ve her birimiz bu yetiye sahibiz. Öz olan doğanı yaşamaya başladığın an, kendi eşsiz sevgi yetini deneyimlemeye başlarsın. Ve bu çok özeldir.’ - Ra Uru Hu -
Öncelikle, Ra’nın bu sözlerinde bahsettiği ‘sevgi kapılarına’ kısaca açıklık getirmek isterim. Biliyorum, zihnin hemen düşünmeye başlamıştır muhtemelen yazının o kısmında. ;)
Sevginin farklı suretlerini belirleyen 10 tane kapı vardır Human Design Sistemi’nde:
10’uncu kapı: Öz’e, kendine duyulan sevgi
15’inci kapı: İnsanlığa duyulan sevgi
46’ıncı kapı: Bedene duyulan sevgi
25’inci kapı: Evrensel sevgi
44’üncü kapı: Başarılı olan sevgi
28’inci kapı: Manası, gayesi olan sevgi
40’ıncı kapı: Kazancı olan sevgi
58’inci kapı: Mükemmeleştirilen sevgi
41’inci kapı: Hayalleri olan sevgi
55’inci kapı: Ebedi kararsız olan sevgi
Bu kapılardan tanımlı merkezlerinde mevcut olanlar var mı? Doğru yaşadığında süreklilikle tecrübe edebileceğin sevgi suretlerindir onlar.
Peki ya bu kapılardan tanımsız merkezlerinde mevcut olanlar var mı? Okula gittiğin, başkaları üzerinden koşullanıp sevgi hakkında öğrenebileceğin suretlerin onlar.
Ama kendini bulundukları merkezlerin tanımsız konularına kaptırdığında sence ne olur? Evet, hüsran, acı, hayal kırıklığı ve öfke …
Örnek vereyim. Diyelim ki 28’inci kapın var, tanımsız bir Dalak merkezinde. Tanımsız Dalak merkezinin öz olmayan stratejisi ‘ona iyi gelmeyene tutunmaktır’. Burada spesifik olarak 28’in temsil ettiği sevgi konusunu ele alalım. Bir ilişkin veya ortaklığın var ve Otoritenin ‘hayır’ demesine rağmen, zihnin bir diğerinin varlığı üzerinden tetiklenen 28’in temsil ettiği gaye ve mânâ kavramına kompülsif bir şekilde tutunacaktır. ‘Bu ilişkinin gayesi bana acıyı, tutkuyu vs. yaşatması. Bu ilişki sayesinde hayatta olduğumu (Dalak merkezi) iliklerimde hissediyorum. Bu nedenle tutunmalıyım. Bunun bir mânâsı, bir gayesi olmalı!’ gibi, saçma ve gerçek sevgiyle alakası olmayan bir hikayeler serisi yaratıp, seni, sana iyi gelmeyen bir ilişkide kalmaya zorlayabilir zihnin.
Diyelim ki, tanımsız bir Ego merkezinde 40’ıncı kapın var. Tanımsız Ego merkezinin öz olmayan stratejisi ‘kendine veya başkalarına kendini kanıtlaman gerektiğini düşünmek’tir. Bir ilişkin veya ortaklığın var ve Otoritenin bu ortaklığa ‘hayır’ demesine rağmen, zihnin bir diğerinin varlığı üzerinden tetiklenen 40’ın temsil ettiği kazanç kavramına kompülsif bir şekilde tutunacaktır. ‘Bu ilişki/ortaklık bana kazanç sağlıyor. Başarabileceğimi kanıtlamalıyım. O bana vakti zamanında nasıl destek olmuştu. Ben de şimdi, ne olursa olsun, destek olup ona ne denli sadık olduğumu göstermeliyim’ gibi, zihnin bu durumu yanlış yorumlamasıyla birlikte hayal kırıklıklarına çekildiğin kısır döngüler içinde bulursun kendini.
Sanırım işin mantığını anladın.
Lakin özünü yaşayan biri kendini seven biri olacağından, bir diğeriyle gerçek anlamda OLduğunda, ve eğer örneğin 28’inci kapıya sahipse (tanımlı veya tanımsız bir Dalak merkezinde olması fark etmez bu durumda) o ilişkide kendini bireysel ve eşsiz gayesinde güçlenirken bulur.
Ya da örneğin 40’ıncı kapıya sahipse (tanımlı veya tanımsız bir Ego merkezinde olması fark etmez bu durumda), o ilişkide olduğu insan olarak değer görür ve fark edilir, bu durumda da ilişkisi ona kendini kazançlı hissettirir. :)
Aynı enerjiler ama aradaki fark öz ve öz olmayan bir yerden hayatı tecrübe etmek işte …
Benim dizaynımda bu kapılardan 10 ve 28 mevcut tanımlı merkezlerde.
Human Design yolculuğum bana her şeyden önce kendimi sevmeyi öğretti. Kendimi sevmekle birlikte ilişkilerimde daha fazla saygı tecrübe eder oldum. Kendi kısıtlı hallerimi (öz veya öz olmayan, iyi veya kötü …) görüp kabullendikçe, başkalarının türlü türlü hallerini görüp kabul etmek de kolay oldu.
Var olmaya aşık birine dönüştüm yıllar içerisinde. Doğada yürürken karşılaştığım ve var olan her şeye (özümde olduğum anlarda ;)) parlar oldu gözlerim.
Bedenim, gayesi ve mânâsı olmayana çekilmez oldu. Bununla birlikte kendi varlığım, bireysel gayesinde güçlendi ve bir araya geldiklerimi de bu konuda güçlendirirken buldum kendimi.
Bana biri sevgiyi soracak olursa, 10 ve 28 kapılarının bireysel doğalarından dolayı, sevgi, bireysel bir kavram derim. Kendini sevemeyen bir başkasını nasıl sevebilir ki? Bu gerçeği iliklerinde deneyimlemiş ve bilen biriyim çünkü.
Bu konuda Ra şöyle diyor: ‘Partnerine, eşine, sevgiline ayak uydurup onlara uyumlanarak bir olmak değildir gerçek sevgi. Gerçek sevgiyi deneyimlemek ancak karşılıklı bir şekilde birbirini daha güçlü, daha iyi, daha her ne konuda olursa olsun güçlendirerek mümkün olur. Biriyle gerçekten OLmak demek, onu güçlendirerek ve aynı şekilde onun tarafından güçlendirilerek mümkündür.’
Eğer yukarıda bahsettiğim kapılardan hiç biri tanımlı değilse dizaynında, panikleme sakın. :) Her biri senin için birer bilgelik alanıdır. Bir enerjinin tanımlı olması, o konuyu hayat yolculuğunda daha sık tecrübe etmeye ve bireyi o konuyla baş etmeye iter. Tanımsız olduğumuz her alan ise, kişisel bir yerden etkilenmeden gözlemleyebileceğimiz bir bilgeliğe dönüşebilir.
Uzun lafın kısası, Strateji ve Otoriteye bağlayacağım yine tabii. :) Enerjini doğru kullanmayı tecrübe ettikçe, seni diğerlerinden ayrıştıranın illüzyonunu yaratan özelliklerinle gerçek anlamda tanışır, zamanla onların ötesine geçer ve ancak o zaman SEVGİ, senin için zihinsel bir kavram olmaktan çıkar, VAR OLMA haline dönüşür.
Bu yazıyı, çok sevdiğim bir yazar olan Rainer Maria Rilke’nin sözleriyle noktalamak istiyorum.
‘Ancak sığlıktan uzak, engin ve kendine özgü iki dünyayı içlerinde barındırmaları insanları birbirine bağlayabilir.’
Her şeyden önce, kendi güzelliğine uyanıp kendini sevmen dileğiyle.
Sevgiyle 🌷
Not: Yazıda kullandığım muhteşem görsel, ressam Helena B. Klaus'a ait.
Çok güzel bir yazı🙏🏻🌸