PROJEKTÖR: Neden Davet Edilmeyi Beklemek?
- Follow Your Beat
- 26 Ara 2022
- 5 dakikada okunur
Projektör tipi Dünya nüfusunun % 22,59’unu oluşturmakta. Gerçek diye adlandırdığımız bu deneyimde her birimiz eşsiz bir görevle, bir sebeple burada bulunmaktayız. Projektör tipi, bir diğerine rehber olmak için tasarlanmış bir enerji mekaniğine sahiptir. Yani, kendini bir diğeri üzerinden gerçekleştiren bir enerji yapısına sahiptir. Bu nedenle bir diğeriyle arasında enerji mekaniği açısından uyumlu bir etkileşiminin olması şarttır. Projektör’ün enerji mekaniği ise bir diğerine odaklı, ona nüfuz eden ve absorbe eden (emen) bir yapıda tasarlanmıştır.

Bu durum beraberinde dikkate alınması gereken bazı önemli unsurları getirir. Bunlardan belki de en önemlisi, Projektör’ün bir diğerine rehberliğini sunmadan önce, karşısındakinin kendisini fark edip ‘tanımasını’ beklemeyi bilmesidir. Projektörün rehberliğinin içeriği bireyin çekildiği bir konuda uzmanlaşmasından geçer. Yani buradaki rehberlik kavramı çok geniş kapsamlıdır. Rehberliğini güçlendiren bir sistemde uzmanlaşması gerekmektedir. Bu sistem ticaret olur, dans olur, akademik her hangi bir alan olur … dediğim gibi, bireyin çekildiği konuya göre değişecektir uzmanlaştığı sistemin içeriği.
Davet edilmeyi beklemek, Projektör’ün bir diğeri tarafından ilk etapta fark edilmesine vesile olacaktır. Böylece Projektör’den bir diğerine akan rehberliğe de bir diğeri - onu davet ettiği için - enerji açısından açık olacaktır. Uyumlu ve akıcı bir etkileşim ancak bu şekilde mümkün olup Projektör’ün kendini başarılı hissetmesine vesile olur.
Davetsizce paylaşılan bir fikir, görüş veya herhangi başka bir şey enerji mekaniği açısından havada kalır, dolayısıyla Projektör’ün etkileşiminde enerji duvarına toslayarak acıyı tecrübe etmesine sebep olur.
Bu noktada Human Design dünyasının değerli hocalarından ve Ra Uru Hu’nun ilk öğrencilerinden Alokanand Diaz’ın nokta atışı bir paylaşımını eklemek istiyorum:
‘Projektör’ün Stratejisi davet edilmeyi beklemektir. Bu kendi başına bir başarıdır. Burada başarı birinin seni (Projektörü) istediği anlamına gelir. Seni aynen olduğun gibi istemeleri. O konuşurken yere uzanıp onu dinlemene kızmayacak ve bunu kabul edecek bir öğretmenin olması gibi. Çünkü senin uzanarak onu daha dikkatli dinleyeceğini bilen ve buna saygı duyan bir öğretmen gibidir seni gerçekten olduğun gibi fark eden ve tanıyan kişi.
‘Beni dinlemek veya dinlememek için özgürsün’, davet budur. Zorunda bırakılmadığın bir durumdur. Her zaman ‘hayır, teşekkür ederim’ deme hakkının olduğu bir alışveriş. İnsan için en zor şeylerden biridir saygı ve sevgiyle hayır diyebilmek. ‘Sana senden dolayı hayır demiyorum. Sana benden dolayı hayır diyorum. Üzgünüm. Ben böyleyim. Neden bilmiyorum. Bu senin sorunun değil. Üzülmene gerek yok.’
Başarı budur. Her zaman evet veya hayır demekte özgür olmaktır. Kimse senin için düşünüp senin sürecine karışmamalıdır. Ve sen de kimsenin sürecine karışmamalısındır. Hiç bir zaman olmadığın biri olmaya çalışmadan, bir maskenin ardına saklanmadan kendin olabilmektir başarı. Her hangi birinin gözünün içine bakıp da olduğun insan olmaktan utanmadan ve sıkılmadan kendin olabilmektir başarı. Gördüğünü gören, fark ettiğini fark eden olmaktır. Çünkü farkındalık böyle bir şeydir. Farkındalık oluşur, sen bir şey yapmazsın. Hayat olayları oluşturur. Sen değil.
Ve bak, Projektör çocuğu Manifestör veya Jeneratör çocuğu gibi değildir …
Başkalarına güvenmesi zaman alır. Jeneratör gibi açık değildir. Sarıp sarmalayan bir enerji mekaniğine sahip değil. Çekici bir enerjiye sahip değil. İtici de değil. Projektör çocuğu sana bakar. Seni izler. Adeta bir şahin gibi.
‘Sen kimsin? Sen tehlikeli misin? Ne yapıyorsun? Kimle konuşuyorsun? Bu kişiyle nasıl konuşuyorsun? Kiminle birliktesin?’ Her şeyi ve her şeyin arasındaki bağı görebilen bir varlık … burada bir diğerine duyulan bir hayret, doğal bir merak vardır.
Nereye bakman gerektiğini bilmek bir armağan, bir yetenektir. Bir Projektör çocuğunun sana baktığına şahit olmak çok etkileyici. O odaklı enerjileriyle, adeta bir lazer gibi, senin ruhunu bilmek istiyorlarmışçasına bakarlar sana. ‘Sen benim gibi misin?’
Çok karmaşık bir hikayeyi burada olabildiğince basit tutmaya çalışıyorum. Projektör, tiplerden en karmaşık olanıdır. En karmaşık psikolojiye sahip olanıdır. Ve buna dayalı olarak da en kompleks sistemleri anlama konusunda doğal bir yetenek sahibidir.’
- Alokanand Diaz -
Burada Alok’un da belirttiği üzere Projektör, enerji mekaniği gereği, bir diğerini emen bir enerji mekaniğiyle koşullanmaya en açık olan tiptir. Koşullanmak için buradadır. Yoksa bir diğerinin karmaşık doğasını nasıl çalışabilsin, değil mi? Ama kendini etrafındaki insanların hikayelerine kaptırdığında, yani kendi sınırlarını fark edemediğinde, hayır diyemediğinde, karşılığında saygıyı talep edemeyen ve bunun neticesinde fark edilmeyen, mutsuz ve acı bir gerçekliğe düşer.
Dizaynım gereği çok aşina olduğum kavramlardır davet ve fark edilme konuları benim için. Hayatımda bir çok Projektör var. Hepsinde de bir diğerine duydukları o doğal merakı görebiliyorum. Ve ne denli kıymetli bir rehberliğe sahip olduklarını da.
Ama kendilerinin de bunu kendilerinde fark etmeleri gerekiyor. Öz Olmayan bir Dünya’da, kendisinin farkında olmayan bir Projektör başkalarının kölesi haline gelir. Sürekli çalışarak, süreki birileri için bir şeyler yaparak fark edileceğini ‘düşünür’ zihni. Ve böylece tükenir. Çok hassas bedeni er ya da geç error verir.
Bir Projektörsen, sen bir şey yapmak için burada değilsin. Enerjin, fiziksel gücün sürekli yüksek olmak zorunda değil. Her gün çalışmak için burada değilsin. Ama sen o öz saygıyı talep etmediğin sürece başkalarının seni olduğun gibi görmelerini ve fark etmelerini bekleyemezsin!
Sıradan bir örnek vereyim. Diyelim ki bir Projektörsün ve sevgilin/eşin Jeneratör. Akşam otururken koltukta sevgilin/eşin sana ‘Aşkım ya, şu dolaptan bana bir içecek getirir misin sana zahmet olmazsa?’ diye bir soru soruyor.
‘Hayır canım, enerjim yok. Sen alabilirsin’ diyebilir misin?
Hayır deme özgürlüğün var mı ilişkilerinde? Sadece duygusal değil, her ilişkinde?
Saygıyı talep etmekten kastettiğim şey bu. ‘Hayır, yapmak durumunda değilim. Hayır, yorgunum. Hayır, şu anda buna enerjim yok’ diyebilme özgürlüğü. Yani, sen olabilme özgürlüğü.
Bir diğerine nasıl davranırsan bir diğeri de sana oradan yaklaşır. Ve bu sadece Projektör’ler için değil, herkes için geçerlidir.
Tanımlı Sakral merkezin, yani Jeneratör’lerin çoğunlukta olduğu bir Dünya’da Projektör’lerin en yoğun koşullandıkları konudur yapma, üretme ve çalışma konuları. ‘Yaparsam, çalışırsam, üretirsem, enerjimi yüksek tutarsam sevilirim, fark edilirim, duyulurum, değer görürüm, etkili olurum vıt vıt vıt …’ bu hikayenin sonu gelmez. Acı sarmalı. Sonra kendini ve/veya başkalarını suçlayıp acının vücut bulmuş haline dönüşürsün.
Bir bonus olarak yine tanımsız merkezlere dayalı öz olmayan davranış biçimlerini eklemek istiyorum.
1) Tanımsız Baş: ‘Ben senin için bunun cevabını hemen bulurum! Ben yaparım!’ 2) Tanımsız Ajna: ‘Ben senin için bu kavramı/cevabı araştırıp bulurum hemen!’ 3) Tanımsız Boğaz: ‘Ben senin için bunu hemen yaparım, hallederim; bu konuyla alakalı hemen harekete geçerim!’ 4) Tanımsız G: ‘Ben senin için hemen oraya gidip hallederim bu işi!’ 5) Tanımsız Dalak: ‘Bana güvenebilirsin. Sana nasıl yardım edebilirim şimdi, söyle yapayım!’ 6) Tanımsız Sakral: ‘Ben yaparım ya! Hemen hallederim şimdi bir kahve içtikten sonra!’ 7) Tanımsız Solar Plexus: ‘Senin acın, benim acım. Çözerim ben bu sıkıntını, sen sakın merak etme!’ 8) Tanımsız Kök: ‘Hadi, sen bana hemen söyle ne yapılması gerektiğini ben senin işini de hallederim bir an önce!’ Tüm bunları okuduktan sonra nasıl bir resim beliriyor zihninde? Bir köleye dönüşmek değil midir bu? Projektör, bir diğerine rehber olmak için buradadır. Bir diğerinin kölesi olmak için yaşamamalıdır. Dur demeyi, durmayı ve cesurca kendin olmayı tecrübe etmeye başlamaya ne dersin? ;) Davet edilmeyi bekleyerek başlayabilirsin sürecine. Radikal bir şekilde, olduğun insan olarak fark edilmeyi beklemek. Fark eden yok mu? Demek ki hayatında gözlerini açıp görebileceğin çok şey var önünde … Sevgiyle 🐞



Yorumlar